Ekonomide olağanüstü bir dönemden geçiyoruz. Sıkıntının çıkış noktası da malum cari açık ve dış borçlar. Demek ki yabancı para cinsinden gelirimizi çeşitlendirmemiz ve artırmamız lazım.

Katma değeri yüksek ürünlere yatırımdan tutun, yeni ihracat pazarlarına açılmaya kadar elbette bir çırpıda ve çokça başlık sayabiliriz. Fakat bu yazıda amacım bu değil. Aklım ve gönlüm her zaman imalat sanayinden yana. Bu çok net. Ama “diğer sektörlere olan dolaylı etkisiyle birlikte bugün lokomotif olarak addedilen inşaat sektörünün; hem kendisi hem de ülke ekonomisi için yeni bir rota çizmesi ne kadar mümkün?” sorusuna cevap aramak, sanki yerinde bir çaba olacak. Şimdi biraz rakamlara bakalım.

2017 itibariyle inşaat sektörünün küresel ekonomideki doğrudan payı 12 trilyon dolar ile yüzde 15 düzeyinde. Türkiye’deyse bu rakamlar sırasıyla 75 milyar dolar ve yüzde 9 şeklinde. Yine dünyanın toplam milli gelir büyüme hızı 2017 itibariyle 3.1 ve dünya inşaat sektörü büyüme hızı 3.4 olarak gerçekleşmiş. Nihayet önümüzdeki orta ve uzun dönem projeksiyonlarına göre, dünyada inşaat sektörü büyüme hızı milli gelir büyüme hızından daha yukarıda gerçekleşecek.

Yani aslında bize içeride olduğundan daha fazla dışarıda ekmek söz konusu olabilir.

Bunu şundan söylüyorum. Her şeyden önce Türkiye, 2017 itibariyle son 35 yılda yaklaşık 119 ülkede 9 bin 173 proje üstlenmiş ve 355 milyar dolar değerinde iş üretmiş. Bu da kabaca 40 milyon dolar ortalama proje bedeli anlamına geliyor. Hiç fena değil. Tabi bu aslında gayet normal bir sonuç. Keza 2017 yılı itibariyle dünyanın en büyük 250 uluslararası müteahhidi listesinde bizden tam 46 firma var. Bu sonuçla dünya sıralamasında Çin’den sonra ikinci sıradayız. Nitekim listedeki Türk firmaların toplam pazar payı yıllar içinde artış göstermiş ve yüzde 6 civarına ulaşmış. Bunu yaparken de, örneğin Ortadoğu’da yüzde 9, Asya’da yüzde 7 ve Afrika’da yüzde 5’i yakalamışız. Bu da hiç fena değil.

Peki Rusya’dan Madagaskar’a, Filipinler’den Malavi’ye, Seyşeller’den Türkmenistan’a, Ruanda’dan Vietnam’a, Tanzanya’dan Etiyopya’ya, Cezayir’e, Sri Lanka’ya, Çekya’ya kadar 119 ülkede iş yapan Türk müteahhitleri için gidilecek yol bu kadar mı? Aslında olmamalı. Madem bu konuda iyiyiz; o halde 12 trilyon dolarlık devasa büyüklüğe sahip küresel pastadan daha çok pay almamız, yazının başındaki amaca uygun doğru bir strateji olabilir.
Bu amaçla yapılacaklar belki pek çoktur ama özü herhalde şu olmalıdır:

– TOKİ veya kamu sermayeli yeni bir şemsiye kuruluş özel sektör firmalarıyla ortaklıklar geliştirebilir.

– Böylece, kamu gücünü ve repütasyonunu arkasına alan söz konusu ortaklıklar, yurtdışında girecekleri proje ihalelerini, özellikle sermaye yeterliliği ve iş bitirme kapasitesi açısından daha kolay kazanabilirler.

– Bu nevi ortaklıkların, alacakları proje için gerekli teminat mektuplarını (ki meseledir bu) daha kolay, daha hızlı ve elverişli koşullarla temin etmesi muhtemelen daha mümkün olacak. Nitekim bu yetenek, sadece ihale sonrası süreç açısından değil; ihalenin kazanılması açısından da önemli bir unsur olarak değerlendirilmelidir.

– Söz konusu projelerde yerli yapı malzemesi kullanılmasını teşvik edecek tedbirler alınmalıdır.

– Yine bu projelerde yerel personelle birlikte kalifiye ve kalifiye olmayan kendi işgücümüzün de yer alması ayrıca teşvik edilmelidir.

– Ve elbette, iş yapılan ülke mevzuatı da gözetilmek suretiyle, yurtdışı müteahhitlik hizmetlerinden elde edilen gelirin tamamının veya önemli bir kısmının, ez azından belli süre için ülkeye getirilmesi şartı konularak; ortaklık politikasının nihai amaca uygun tesisi herhalde sağlanmalıdır.

https://www.cnnturk.com/yazarlar/guncel/dr-mithat-bulent-ozmen/insaat-icin-cikis-yolu